TSF’nin Paralelleri…
Sevgili satranç severler, bugün yazımın içeriğinde satranç yok. Çünkü eleştireceğim insanlar, ismini kullanacağım kişilerin bizle ilgisi yok. Ancak, satrancımızın karşılaştığı çok ciddi bir tehlikeyle ilgisi var. TSF’ye cemaatçi sızdı mı?
15 Temmuz 2016’ya bakışım…
Ülkemiz büyük bir felaketin eşiğinden döndü. Ülkemize, halkımıza geçmiş olsun diyorum. 15 Temmuz 2016 günü, asker elbisesi girmiş FETÖ üyeleri demokrasimizi, hükümetimizi, meclisimizi yok etmeye kalktılar. Faşizm, teokrasi, karanlık günlerin eşiğinden döndük desek abartmış olur muyuz?
Yüce Önderimiz Aziz Mustafa Kemal Atatürk, ne güzel öngörmüş: “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”… Halkları çok şanslı bir ülke Türkiye! Dünya tarihinin en büyük dehası, sanki bir piyangoymuş gibi ülkemizde doğuyor, ülkeyi yedi düvelden kurtarıyor, savaşı kazanıyor, namusumuzu kazanıyor, çökmüş, bitmiş, ihanet içinde insanların yönettiği bir ülkeden, devrimleriyle, sistemiyle, iktisadi kararları ve kazanımlarıyla yepyeni bir cumhuriyet yaratıyor. Demokrasiyi Türkiye Halkına armağan ediyor.
Ben hep demokrasimizde yaşanan sıkıntıları, zamanında bedelini tam olarak ödemeden elde etmemize, demokrasiyi; dünya tarihinin en büyük askeri ve devlet adamlığı dehasının ülkemizden çıkarak bize armağan etmesine, sanki bir anlamda tam olarak kıymetini anlamamış olmamıza bağlıyorum. Çünkü 1960, 1971, 1980, 1996, 2008 gibi darbelerin ardında hep demokrasinin kıymetini halk olarak bilmememizin olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz 2016 günü yaşadığımız darbeye kadar buna çok inanıyordum desem daha doğru olur.
Batılı çağdaş medeniyetlerin, gelişim ve demokrasi düzeylerinin ardındaki en önemli sır, bana göre, demokrasinin koruyucusunun o ülkenin halkı olmasıdır.
Ben 1980 askeri ihtilalini birebir yaşamış biriyim. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, bu ülkeye gözünü bile kırpmadan canını feda edecek kadar âşıkken, masumken, hiç bir eylemimiz kabahatimiz olmadığı halde, sırf ideolojik olarak farklı düşünmekten dolayı, Selimiye Kışlasında; içinde kokusundan orada olduğunu anladığımız bir tuvalet bulunan 20 metre kare bir hücrede, 40 tane 17 yaşındaki delikanlının göz gözü görmeden, yemeden içmeden nasıl günlerce tutulduğunu bilen bir kuşağı temsil ediyorum. Kapı her açıldığında, “bu sefer aramızdan kimi alacaklar?” ürpertisinin arkasında iki neden vardı: gidersen yaşayacağın işkencenin vereceği acının korkusu, kalırsan giden arkadaşının “yalvarırım yapmayın” çığlıklarını duymanın verdiği psikolojik travmayı çok iyi bilen biriyim.
Darbe, demokrasinin her ne nedenle olursa olsun halkın elinden alınmasını, faşizm, dikta rejimleri gibi insanlık dışı düzenlerin hepsini lanetliyorum.
O nedenle, 15 Temmuz darbesinde yaşamını kaybeden 246 kişinin her birisi bizim adımıza bedel ödedi demokrasi için! Onlara bir borcumuz var artık, demokrasiye sahip çıkalım!
Kabahat Kimdeydi?
Merhum babamın bana öğrettiği en büyük öğreti “doğrunun yanında olmanın anlık olarak zor ama uzun vadede en kolay ve hep kazandıran eylem” olduğuydu.
Bizi yönetenler yaptıkları yanlışların hatasını çekiyorlar bence. Çok değil bundan 3 yıl önce bu ülkede bir göreve gelmenin en önemli iki koşulundan birisi cemaate üye olmaktı. Diğeri de imam olmaktı. O zaman çok bağıramasak da bunun yanlış olduğunu ifade edebiliyorduk. Bugün yanlış olduğunu hep birlikte görüyoruz.
Bugün okuduklarıma inanamıyorum. İnanamıyorum derken, gerçek değil bu yaşadıklarımız anlamında değil, “nasıl olur da on beş yıldan fazla bir süre, TSK’ya subay veya astsubay olarak yetiştirilmek üzere, askeri okullara alınan öğrenciler cemaatin bireyleri olur?” diye inanamıyorum. Ne pislik şeymiş bunlar?
Sadece aziz ordumuza sızan alçaklar mı? Yargıda hakim ve savcı olanlar, İçişleri Bakanlığında haksız yere sınav kazanıp kaymakam ve müfettiş olarak alınanlar, Emniyet Genel Müdürlüğüne polis ve komiser olarak alınanlar… Kimbilir daha ne kadar haksızlık yaşanmış bu cemaatin yasa dışılığı nedeniyle…
ÖSYM’de yapılan akla ziyan soru çalma olayı… Kim bilir, kamu personeli seçme sınavlarında neler yaşanmıştır, değil mi?
Güzel Türkiye’me bunu yapanlara yazıklar olsun… Açık ve net bir şekilde ülkenin her yanına nüfuz etmiş, kılcal damarlarına girmiş, tam bir sülükmüş cemaat…
Kabahat, 1985’ten bu yana buna göz yuman tüm hükümetlerde, TSK’de, bugün gösterilen direnişi yıllarca göstermeyen halkımızda, hepimizde!
Cemaatin Abileri….
17-24 Aralık olaylarından sonra, yani hükümetimizi yönetenlerin kucağındaki çıyan kendilerini soktuğunda, cemaatin tasfiyesi başladı. Dünya siyaset tarihinin belki de en büyük terör örgütlerinden birisinin – ki bunu ancak 15 Temmuz 2016’dan sonra anlıyoruz- yöneticileri, devlet içerisinde illegal şekilde ele geçirdikleri görevlerinden açığa alındı ve tasfiye edilmeye başlandı. Balyoz ve Ergenekon kumpas davalarında, başta davanın savıcısı olduğunu söyleyen büyüklerimiz, mağdur duruma düşüyorlardı. Cümleten kandırıldık… Devletin, ordumuzun, üniversitelerimizin, emniyet güçlerimizin, TBMM’nin, kamunun içine giren bu parazitler ayıklanmaya başlandı. İtiraf etmeliyim, ben bu tasfiye sürecinde çok acımasız davranıldığını düşünüyordum. Ne kadar yanılıyor muşum! Tasfiye sürecinde kullanılan doz az kalmış desem, doğru olur. Her darbe lafını duyduğumda, “bu kadar paranoya olur mu?” diye gülüyordum. Oysa haklıymışlar. Şimdi öyle düşündüğüm için utanıyorum.. Bu da bizim kabahatimiz… Geç farkına varmak.. Ya utanmazlar?
Tıpkı sıvı sabun gibi elden kayan hainler bunlar. Bir yerden alındı tasfiye edildi, kendilerine hemen başka yerler buldular. Yaşamlarını bir haine biat ederek ülkesine ihanete adayan bu şerefsizler hala içimizdeydiler, yalan mı?
Cemaatin ağbileri, imamlarını duyuyordum arada. Söylentiler kulağıma geliyordu. Kuşkusuz içlerinde asla ülkeye bu zulmün yapılmasını, asker elbisesi giyen şerefsiz alçaklar tarafından kendi halkına ataş açılmasını, savaş zamanında düşmana bile yapılmayacak muamelenin kendi halkına yapılmasını tasvip etmeyen, kandırılmış insanlar vardır.
Ben onları bir kenara bırakıyorum, benim derdim, hala içimizdeki ağbiler…
TSF’nin resmi tepkisi…
15 Temmuz olayları karşısında, TSF’nin resmi sayılabilecek yanıtı Federasyon Başkanı Gülkız Tulay’dan yazılı olarak geldi. Kendisiyle birbirimizin yazdıklarını okumaktan başka bir iletişimimiz olmadığı için sözlü olarak ne söylediğini bilemiyorum. Ancak TSF Başkanı resmi web sitesinde kendine ait köşeden 16 Temmuz 2016 günü bir mesaj yayınladı. Açık söylemek gerekirse, mesajı daha yeni okudum. Gülkız Tulay’ın samimiyetine bir olasılık bırakarak saygı duymakla birlikte inanmakta zorluk çekiyorum. TSF Başkanı geçmişte de, “köşesinde aşar, icraatta şaşar” klişelerde olduğu için, ben hiç şaşmadım bu yazısına. “aaa bak bizim başkan da tepki gösterdi” dedirtmekse amaç, takdir edilebilir. Ancak, icraat hep bu tepkilerin klişe olduğunu gösterdi bize…
Gülkız Tulay, “Ülkemize Geçmiş Olsun” temennisini başlığa yansıtıyor. Peki, bir an başkanımızın samimi olduğunu kabul edelim, o zaman sormak istediğim birkaç soru var:
- Sayın Başkan, TSF içerisindeki paralel artıkları ne olacak? Federasyonun yönetim kurulunda bulunan ve kamuda bulunduğu görevden cemaat ilişkisi nedeniyle açığa alındığı devlet tarafından açıklanan Kasım Yekeler adlı üyemiz ile ilgili herhangi bir işlem yapıyor musunuz? Kendisinin cemaat ile bir ilişkisi olup olmadığını sorguluyor musunuz? Bu konuda gösterdiğiniz tepkiler ile ilgili bir girişiminiz oldu mu? Olacak mı?
- Sayın Başkan, Cemaate ilişkin bilgilerin ilk kez deşifre edildiği, Hanefi Avcı’nın “Haliçte Yaşayan Simonlar” adlı kitabında sözü geçen USIDER adlı hizmet hareketi derneğinin Genel Koordinatörlüğünü yapan ve halen federasyonunuzun genel sekreteri olan Mehmet Sedat Fırat adlı kişinin cemaatle bir ilişkisi var mıdır? Bu şahsın federasyonda işe başlamasında Kasım Yekeler’in referans ve aracı olduğu bilgisi doğru mudur?
Şimdi Gülkız Tulay’dan yanıt bekliyorum. Biz satrancı sokakta bulmadık. Cemaatin mensupları, ülkenin her yerine girer de, en büyük spor federasyonunu bırakır mı? Benim zamanımda, benim bildiğim hiçbir cemaat üyesi yönetime girmedi. Müsaade etmedik, sıcak bakmadık. Ancak durum 2012’de değişti.
Şimdi kimse kalkıp da insanlara çamur atıyoruz demesin. O konularda daha camiamızın duyacağı ve “yok yahu” diyeceği mağduriyetlerimiz oldu. Zamanı gelince, hukuki süreçlerin ardından onu da paylaşırız. Çamuru cemaatçiler gibi kimse atamaz. İsteyen Ergenekon ve Balyoza baksın. Dönelim gerçeklere.
Kasım Yekeler adlı TSF Yönetim Kurulu üyesinin adı, 19 Temmuz 2016 tarihinde DHA tarafından yayınlanan haberde geçiyor. Habere göre, İçişleri Bakanlığınca, darbe girişim sonrasında görevinden açığa alınan 246 mülki amir arasında söz konusu isim de zikrediliyor: DHA Haberi
USIDER konusunda da çok çarpıcı bilgiler internette mevcut.
Sakın kimse kalkıp, belki Gülkız bunu bilmiyordur demesin. Bu durumu bilmeyen yok! Cemaatin TSF’ye olan düşkünlüğü konusunda farklı isimler de mevcut, onlar daha sonra paylaşılır zamanı gelince.
Tabii ki Kasım Yekeler ve ona sürekli ağbi diyen genel sekreterimiz masum olabilir. Ama ben emin olmak istiyorum, ben 2014’te Gülkız Hanımı bu konuda uyarmıştım. Dikkatinizi çekmek isterim ki, TSF’nin 2014 yılında yaşadığı logo rezaleti, TSF logomuzdan Türk Bayrağının çıkartılmasına neden olan “iletişim” çalışmasının ardında da, Kasım Yekeler tarafından bulunan firma var. Federasyondan 2014 yılında istediğim resmi bilgi edinme talebine gelen yanıta göre bu firmaya TSF tarafından Kurumsal İletişim çalışması adı altında 25.000 TL ödenmiş. Gülkız Tulay bana bu firmanın Kasım Yekeler tarafından bulunduğunu söylemişti zamanında.
Kasım Yekeler’in, Gülkız Tulaya çok yakın olduğu, yurt dışı seyahatlerinde çevirmen olarak yanında olduğu da herkesin bildiği bir gerçek.
Daha söylenecek şeyler var kuşkusuz! Onlar da şimdilik bende kalsın, zamanı gelince sizlerle paylaşırım. Ama isimler bu kadar değil.
Ama eğer birileri masumsa kendilerini aklayana kadar bulundukları görevden el çektirilmeleri gerekir. Devletin güvenmediği adama ben niye güveneyim kardeşim?
Gülkız Tulay güveniyorsa, ona da güvenmem ben.
Ülkemizde her alana sızan bu illegal örgütün, en büyük spor federasyonuna sızmamış olması mümkün mü? Bu konuyu spor bakanlığının yöneticileri biliyor mu bilmiyorum, ama artık öğrenmişlerdir
Devam edecek…