Yanıtsız Sorularım – Seviyesiz Tehditler – Rakı Parası! Bu Neyin Kafası?
Anımsayacağınız üzere, TSF Yönetiminden üç kişiye ilişkin olarak La Dolce Vita başlığıyla bir yazı yazarak eleştirilerde bulunmuştum. Tabii, her zaman olduğu gibi buna da yanıt almayı beklemiyordum. TSF Yönetimi; başkanları dahil olmak üzere sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranıyorlar. Yazdıklarıma, “yalan, yanlış, doğru değil” diyenini hiç duymadım.
Sorduğum sorular açık ve yalındı!
Başkanvekili Prof.Dr.Yusuf Doğruer, Başkanvekili Aşkın Keleş, Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Arda Kılıç; 2016 Kadınlar Türkiye Şampiyonası sırasında Çeşmede turnuvanın yapıldığı otelde 5 gün süresince yemişler, içmişler, görevli olarak kalmışlar. Neydi görevleri? Kaç paraya mal oldu bu arkadaşlarımızın bu çok önemli görevleri? Kim ödedi bedellerini? Şimdi ekliyorum sorularıma? Bir rapor verdiler mi görevleriyle ilgili? Kaldıkları odaların türleri neydi? O görevleri neyse, onlar yerine herhangi bir T.C. vatandaşı yapsaydı, TSF adına üretim açısından bir fark olur muydu?
Üzüm Üzüme Baka Baka Kararır!
Gülkız Tulay’ın oğlunu yurt dışına, en az 3 kez görevli olarak gönderip, harcırah, otel, yol ücretlerini ödediğini defalarca yazdım.
Gülkız Hanım’a yakışanın bu görevlerin bedellerini federasyon kasasına ödemek olduğunu da söyledim.
Ama nafile… Ödediyse şimdiye kadar anında özür dilerim, makbuzunu bekliyorum. Ama nafile…
Anlaşılıyor ki, benden başka kimsenin sormamasının nedeni, benzer uygulamaların başkalarına da yapılması. Herkes aynı tastan hoşaf içiyor…
Bir yönetim kurulu üyesinin herhangi bir görev adı altında görevlendirilerek, Türkiye Şampiyonası sırasında 5 yıldızlı bir otelde uzun süre konaklaması, yemesi, içmesi, yatması hukuki olarak suç değil. Ancak kaynakların yanlış kullanımı açısından müfettişlik bir durum. Etik olarak ne kadar doğru olduğu da kimin gözünden baktığınıza göre değişir. Bana göre çok ayıp…
“Üzüm üzüme baka baka kararır” veya “körle yatan şaşı kalkar” ata sözleri çok doğru… 25 Kasım 2014 günü yapılan Mali Genel Kurul’da Gülkız Tulay’a, oğlunun yurt dışı görevlerini anımsattığımda, hiç sıkılmadan kürsüden bana “Ali Nihat bey, o da bir satranççı yıllardır satrançla uğraşıyor. Siz 2011 yılında 7 kez yurt dışına çıkmışsınız o çıksa ne olur?” gibi bir ifadeyi kullanmıştı. Ben çok ayıplamıştım bu yakışıksız benzetmeyi. Yakışıksız kelimesi çok hafif kalıyor, ama söyleyen adına çok utandım. Bir tarafta Federasyon Başkanı ve FIDE Asbaşkanı, Okulda Satranç Komisyonu Başkanı Ali Nihat YAZICI var, TSF Başkanı hiç utanmadan kalkıp benimle-oğlunu bir kefeye koyuyor. Alkışlayanlar da salkımın diğer taneleri…
Şimdi başkan böyle yaparsa yönetim kurulu üyesi ne yapar? Demez mi: “Senin oğlun yurt dışına giderse ben de otelde yerim içerim” diye? Kendine hak görmez mi bunu? Bu hakkı elde etmesini sağlayan da federasyon başkanıysa sesini çıkartır mı gördüğü hatalara?
Oysa ne kadar duymak isterdim şöyle bir yanıtı: “Ali Nihat YAZICI, biz orada gece gündüz çalıştık. Bülten yaptık, web sitesi düzelttik, haber yazdık. Federasyon için bir kuruş almadan sabahlara kadar çalıştık. Şu, şu yaptığımız şeyler. Şunlar raporları“… Bize de yayınlayıp özür dilemek düşmez mi o zaman?
Nerede….
Buyurun, okuyun… İmla kurallarını, tehditleri, saygısız ve seviyesiz ifadeleri sahibinin yüzünü gözlerinizin önüne getirerek okuyun… Pişkinliğin belgesini okuyun…
Bu mesajı iki farklı ortamda aldım. İkisi de son bir kaç gün içinde elime geçti. Birisi facebook mesajı olarak, diğeri ise yukarıda link verdiğim yazıya yorum olarak. Ben Yönetim Kurulu Üyesi sayın Ahmet Arda Kılıç’ı tebrik ediyorum, en azından yanıt verebilecek yüzü var. Tabii yanıtının içeriğini yorumlamama gerek yok. Seviyesini irdelemeye gerek yok. Noktalamaları incelemeye gerek yok. Arda beyin ne marka ve ne kalitede içki içtiğini bilmiyorum ama, içkinin zararlarını biliyorum. Kendisine afiyetler diliyorum. Yarasın! Çok net ifadelere yansıyor. Aman gençler sizler içkiden uzak durun. Ülkemiz satrancının kimin ellerinde olduğunu da sizlerin takdirine bırakıyorum. Genel Kurulda görüşürüz, orada sabrınızı da, balonlarınızı da patlatacağım, patlayınca ne olacaksa onu da görürüz.
Şubat ayı başından beri aldığım, tehdit, taciz edici mesajlar, şantaj saldırılarının üstüne; bir de bu tür seviye sorunu olan mesajlar gelmesine hiç aldırmıyorum. Merak ediyorum; Spor Genel Müdürü ve müfettişleri bu satırları okuyor mu acaba?
Herkes arkanızda olsun ben tek başıma sizle mücadele ederim. Kimseden korkum yok benim…
Hodri meydan!
Ali Nihat Bey; öncelikle yapı taşlarını oluşturduğunuz satranç federasyonun kurucusu olarak ve satrancın gelişimine karşı gösterdiğiniz duyarlılığa teşekkür ederim. Yazınızı okumadan önce genel bir arşiv taraması yaptım. Federasyon başkanı olduğunuz ve sonraki dönemde yazmış olduğunuz yazıları mümkün olduğunca okumaya çalıştım. Bu günkü yazınızda gördüklerim; nasıl bir yapıya sahip federasyon üyeleri karşısında hak aradığımız, beni bir parça da olsa aydınlatmaya yetti. İnsanlar mesaj yazabilir- alabilir, uyarı yazabilir- alabilir, kişisel ileti yazabilir-alabilir. Fakat bu ne? Tabi bu kurumun içinde güzel ve iyi insanlarda var, kalbimiz onların kazanmasından yana.
Bu yazınıza istinaden fırsat buldukça yazmaya çalışacağım. Satrancın gelişiminde yaşanan başarısızlıkların sebep ve nedenleri çok açık. ‘Duymadım, görmedim, bilmiyorum, ha pardon anlayamadım, bir şey dersem beni kötü bilirler : )bir daha bana görev yazmazlar, seninle selamlaştığımı görmesinler… ‘’hikayeleri ile sunulan mazeretler de çöküşün başlıca sebebi. Tabi bu korkulara sebep olan zavallılarda bu kaosun içinden; otobüs duraklarında arkalarını dönerek, ya da arabalarına sinerek, tehdit yazıları yazarak, yarattıkları karışıklıklardan ve yaptıkları haksızlıklardan kurtulacaklarını sanırlar. Tabi ben pes etmeyi düşünmüyorum. Bu aksaklıklarla savaşmaya devam edeceğim. İşin dramatik yönü de şu an size yazarken bile bir savaştan, bir mücadeleden bahsetmemiz. Gerçekten böyle mi olmalıydı? Satrançla ilgilenen insanlar, mücadele etmek zorunda mı kalmalıydı? Bu ülkede bazı kişilere, görevler verildiğinde satranç amacından çıkıp birey tekelleşmesine mi dönmeliydi? Yüksek tahsil aldığına inandığımız kişiler, bu egolara teslim mi olmalıydı? Turnuvalarda (özel)belirlenen kontenjanlar ve hakemler, kopartılan ücrete göre mi açıklanmalıydı? Yine aynı şekilde başhakemim diyen kişiler, turnuva yönetiminde kendisini köy ağası mı sanmalıydı?
Yazılarınızı okudukça bazı şeylerin hiç değişmediğini ve sizin yaşadığınız birçok sıkıntıyı, farklı zamanlarda benzer şekilde, bu ülkenin farklı köşelerinde, başka satranççıların da yaşadığını gördüm ve anladım. Çok yakında buraya yine yazacağım. Bugüne kadar hatırlayabildiğim en net satranç anılarımla, tanık olduğum sıkıntıları paylaşacağım. Bakalım kimler nasıl çalışıyormuş? Kimler nasıl sıkıntı yaratıyormuş?Çok yakın bir zamanda yazmaya çalışacağım…
Mutlu çalışmalar
not:
‘’HAKSIZLIK YAPMAK, HAKSIZLIĞA UĞRAMAKTAN DAHA ACIDIR ‘’ Sokrates.