Kamp Notları 3
Başkanlık yaptığım 12 yıl süresince çok sayıda büyük usta çıkarttık! Ülkemiz hala benim başkanlığımdan bu yana bir büyük usta çıkartamadı. Bizim dönemimizde yetiştirdiğimiz, Türk Satrancına kazandırdığımız, her birisi altın kıymetinde onlarca sporcu yerinde sayıyor hala. Son 3 yılda, Büyük usta olmak için, unvanları koşullu olarak onaylanan sporcularımız da ELO koşullarını tamamlayamadılar. Türkiye Satrancı 2012’den sonra önce acı bir fren yaptı,sonra da kötü yönetilme nedeniyle, tekerin altına takoz konuldu.
Benim başkanlığım dönemimde ilk büyük usta olan sporcumuz GM Kıvanç Haznedaroğlu’ydu. Doğal olarak, ona karşı verdiğim emeklerden dolayı sevgim çok büyük, bana karşı sarf ettiği, unvanına ve kendisine yakışmayan ifadelerine rağmen! Hani konu kapatılır da, hala aynı üslupta olmasını gençliğine veriyorum.
Ama, bu vesileyle bu yazı dizisini yazmaya başladığım için de şükranlarımı sunuyorum Kıvanca. O her ne kadar söylediğine pişman olsa ve ifade edemese de bu yazı dizisi ile herkes geçmişte yaşadığımız ve camiamızın bilmediği çok önemli bazı konuları öğrenebilir.
Belki bunları öğrendikten sonra, durumumuzu daha iyi anlamak da mümkün olabilir. Ülkemiz satrancının durumu hiç ama hiç iyi değil!
Dışarıdan görünen ve herkesin çalışma sandığı hacimsel iş keçi boynuzu yemek misali aslında özünde bir gram bile yansımıyor satrancımıza.
Baksanız, Federasyon Başkanı 3 yılda 500 ya da 700 kez seyahat etmiştir, ama sonucu yok, amaç delegelerin kendisine desteği, satranç adına bir şey yok.
Ben çok sayıda dostumun beni sevmelerine karşılık, kavgacı, hırçın ve acımasız gördüğünü çok iyi biliyorum. Ama bu yönetimle ilgili onlar benim bildiklerimi bilmiyorlar. Zaman kimin nasıl olduğunu çok daha iyi açıklıyor ve açıklayacak.
2004 Seçimleri öncesi atmosfer:
2004 yılında Avrupa Yaş Grupları Ürgüp’te düzenleniyor, kendini vazgeçilmez sanan bazı hakem ve kumpas ustalarının seçimler için Avrupa Şampiyonasını sabote etmesini atlatıyorduk. Ne ilginçtir ki bu hakemlerden birisi bana kendisini Mert Erdoğdu’ya karşı mahcup ettiğim için nefret beslediğini söylüyordu. Olay Gambit Satranç Merkezinde oynanan yıldırım şampiyonasında geçiyordu. Suzan Seçkiner’in yönettiği turnuva sırasında Zeki Sayber – Mert Erdoğdu maçı oynanıyordu. Gözlemci de MHK üyesi Ferruh Kangöz’dü. Maçta, bir olay oldu ve Mert Erdoğdu itiraz etti. Ben de oradaydım. Olayın ayrıntılara girmiyorum. O konuda kamusal bir yorum asla yapmadım, hala da yapmam. Ama Gözlemcinin müdahalesinden sonra olayları gördüm. Hakem olayda inisiyatif kullanamadı, kontrolünü kaybetti ve yetersiz kaldı. Bunun üzerine, aslında orada gözlemci olan kişi konumunu unutup, büyük bir olasılıkla iyi niyetle ama çok yanlış bir şekilde asla görevi olmadığı halde, hakem rolüne soyundu. Ben orada bir şey söylemedim, ama sonrasında söyleyeceğimi çok fazlasıyla söyledim. MHK toplantısında da söyledim. İnanılır gibi değil ama aynen böyle… Uzatmayayım bu Ferruh beyin bana nefret beslemesi için bir gerekçe olmuş.
Sağlık olsun, bir çoğunuz adını bilmiyorsunuzdur, ama satranç hala devam ediyor…
Bu olayı neden anlattım? Kimseyi mahcup etmek için değil! İsmi geçen kimseden nefret etmiyorum ben.
Doğruyu savunmanın her zaman bedeli vardır. Özellikle yanlış yapan birileri varsa, siz savunurken de bu ortaya çıkıyorsa. Bu olayda büyük bir olasılıkla maçı kaybetmesine neden olarak, benim başkan olmam açısından Mert Erdoğdu bana kızdı. Hakem ve gözlemcinin duyguları zaten ortada. Ama doğru ve yapılması gereken uygulandı o zaman. Sağ olsunlar, 2004 yılından sonra Tahsin Aktar ve Selçuk Büyükvural gibi dört dörtlük iki insanın Hakem kurumuna sahip çıkması, hakemlik müessesi anlamında bizi zirveye ulaştığımız 2012’ye kadar getirdi.
Hakemliği bir kenara koyalım, doğruları savunmakla ilgili bugün durum nedir? Sadece koltuk kaygusuyla, doğruların dışına çıkıp sürekli politik kararlar alanlar mı haklı yoksa? Tabii ki değiller!!
Doğru her zaman doğrudur! Yalan, yanlış ise eninde sonunda çuvallar.
2004 Seçimleri
Bu atmosferde seçimlere girdik. Seçimlerde üç satranççı yarışıyordu. Cem Pekün, Cengiz Özdemir Keleş ve ben. Seçimleri büyük bir oy farkıyla benim ekibim kazandı. Kazanır kazanmaz elimizi uzattık kaybedenlere.
Örneğin seçimlerde Cem Pekün’ü destekleyen ve Antalya’da sıfır çekmemizin nedeni olan Abidin Ünal Teknik Kurul Başkanı oluyordu. Abidin Ünal ile seçim öncesindeki iletişimimizi asla unutamıyorum. Kendisine 13 oyda sıfır alacağımızı bildiğimi, ama bizim kazanacağımızı söyleyip; bana bir yönetim kurulu üyesi verin, oy vermeyin dedim. O da Mustafa İmamoğlu’nu önerdi. O Mustafa İmamoğlu bugün hala TSF’de yönetim kurulu üyesi, ama koltuğu o kadar önemli ki kendisi için, beni gördüğünde yüzünü kaçırıyor, elimizi sıkmaktan çekiniyor. O hala koltukta, Abidin Ünal istifa etti. Abidin satranççı! 30 yıl önce de satranççıydı, 30 yıl sonra da satranççı olacak. Bakalım Mustafa beyi bu yönetimden sonra kaç kişi anımsayacak?
Bir diğer örnek, Keleş ekibinden; Sabri Koçak! Sabri ağabeyimiz, Cengiz Keleş’in ekibinden yönetim kurulu üyesi adayıydı. Seçimden sonra veteranlardan sorumlu danışmanım ve yayınlarımızdan sorumlu direktör oluyordu. Sanıyorum hala TSF’de görevleri devam ediyor.
Her zaman birleştirici olmak önemlidir, ancak asla dürüstlük anlamında soru işaretleri uyandıran kişilerle yola devam edilmez. Ben de bu açıdan huzur doluyum.
Eğer yönetici olarak, sırf sizi desteklediği için hiç bir vasfı olmayan birisine paye verirseniz büyük hata yaparsanız. Ben asla yapmadım. Tersi de çok önemli. Menderes Çoban! Asla ve asla beni desteklemedi politik olarak. Hep karşımda yer aldı. Hiç bir konuda ve asla Menderes’e karşı bir olumsuzluğumuz olmadı. Kendisi oradadır çıksın söylesin. Biz asla oyu nedeniyle birisine gönül koymadık. O nedenle başarılı olduk. Ama günümüze bakalım. Gülkız Tulay için aynı şeyi söylemek mümkün mü? Ben size bir kaç örnek vereyim. bu vesileyle: İTÜ Spor Kulübüne Eğitim Desteği verilmemesinin nedeni nedir? Başvurduk alamadık destek. 2015 Türkiye İş Bankası Süper Satranç Ligine şampiyon takım olarak gelen Teknik Üniversite’nin itirazı? Transfer dönemi bittikten sonra, transferlerin uzatılması, Gülkız Tulay’ın kulübünde; takımda oynayan 14 sporcudan 12’sinin bu uzatmadan yararlanması. Başka kulüpler de cabası… Örnekler artabilir. Şimdi bugün herkese normal görünen bir şey yarın hesabı sorulunca canını yakar insanın! Hesabı da sorulacak kuşkusuz, hukuk önünde, demokrasi önünde..
2004 Seçimlerinin ardından da bu yaklaşımımız devam etti. Hızlı bir şekilde ilk özerk federasyon olarak hem ilk kez yapılan bir çok şeyi yaptık, hem de Türk Satrancında çığır açacak projelere imza attık.
Dönelim milli takımlara.
Yeni Çağ (Kurumsallaşma) 2004 – 2006
İlk yaptığımız uygulama, Predrag Nikolic ile 2004 – 2006 arasında takımlarımızı çalıştırması için anlaşmaktı, aslında bu kararımızı seçimlerden önce bir sözleşmeyle belgelemiştik. Predrag sporcularımızın düşünce yapısını değiştirdi. Disiplini, efendiliği, kim ve ne olursa olsun doğrularından taviz vermemesiyle, kısa süre milli takımımıza çeki düzen verdi ve topladı.
Predrag gelmeden önce; saçma sapan şeyler duyuyorduk bu işi bildiğini iddia edenlerden. “Satraç farklıdır”, “performans ne demek? ne alakası var?”, “Satranç sporunda fiziksel performans önemli değil”, “sabaha kadar içerim satranç oynarım hem de en iyi şekilde” v.s. saçma sapan zırvalar.
Benim diğer sporlardan performans da olmak üzere farklılığını asla kabul etmediğim bir spor satranç. Çocukluğumdan beri buna inanıyorum.
Nikoliç bizim satranç mevhumumuzu değiştirdi federasyon olarak. 14 Buluşma gerçekleştirdik Nikoliç ile. Her birisi çocuklarımıza çok şey kattı. Başından sonuna planlıydı hepsi. Bir yıllık planlar yaptık. Anlaştığımız gün, 2006’da bırakacağını bize söylemişti. Nasıl anlaştıysak, hoca ne dediyse o oldu. Asla işine karışmadık, Takım seçimine karışmadık. Görüşümüzü sorduğunda görüşümüzü söyledik.
Ama Nikoliç döneminde “Ali Nihat YAZICI zamanından beri plansız programsız” ibaresini hak edecek bir yanlış yapmadık. Eğer plansız programsız olsaydık, bunu iddia edenler bu kadar iyi ustalar olabilir miydi? Olamayanların da yeteneksiz olduğunu söyleyemeyiz. Çalışmadılar, satranç yerine poker oynamayı tercih ettiler. Yan geldiler yattılar. Olamadılar. Keşke bu konularda daha sert olsaydık da onları da o unvana kavuşturabilseydik.
Başardığımız şeyleri kendi kendine oldu sanan ahmaklar olabilir, ama arkasındaki en önemli unsur eğitimli, satranççı, dürüst ve çok çalışkan olmamızdı ekip olarak. Ayak uyduramayanlar döküldü gitti. Ayakta kalanları var olan yönetime devrettik, onlarda büyük bir kısmını bu özelliklerinden rahatsız oldukları için yok ettiler.
Sonraki yazımda 2004-2006 dönemine bire bir örneklerle devam edeceğim..