TSF Genel Kurul (2) – 10 Kasım özel

Share Button

7 Kasım 2016 günü düzenlenen TSF Genel Kurulunun üstünden 3 gün geçti. Bugün 10 Kasım 2016… Yüce önderimizin ebediyete kavuşmasının üstünden tam 78 yıl geçmiş. Söyleme geldiğinde, sosyal medyada paylaşım olduğunda çoğumuz tuşlara sarılıyor, cep telefonunda beğeniler yolluyoruz. İş uygulamaya gelince nasıl oluyor? Acaba her birimiz Dünya tarihinin en büyük insanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine bağlı olsaydık, ülkemiz nasıl olurdu?

Ben Genel Kurula katılan 150’den fazla delege için yazıyorum bu satırları. Her birimiz, eksiksiz, ilk öğretim birinci sınıftan itibaren ant içtik, yemin ettik…

Öğrenci andımız 1972-1997 arasında aynen şöyleydi, unutanlar ve bilmeyenler için tekrarlamakta yarar görüyorum:

Türküm,
Doğruyum,
Çalışkanım!
Yasam;
Küçüklerimi korumak
Büyüklerimi saymak,
Yurdumu milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek ileri gitmektir.
Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk!
Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta, hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım;
Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!

 

Her gün, her sabah tekrarladık bu yemini, coşkuyla… Şimdi, nedir bu yeminin esası? Biz bu andı içerken öylesine tekrarlıyor muyduk?

Erdemli olmak, ülkeni sevmek, ileri gitmektir. Türkiye’nin mozaiğinde; farklı din, mezhep ve etnik kökenlerinden gelsek de bu ülkenin yurttaşı olarak “Türk” olmaktan dolayı, çağdaş medeniyet olma yönünde çalışmak üzere hiç durmadan yürümektir.

Bugün o genel kurulda bulunan delegelerin çok büyük bir çoğunluğu saat 09:05’te bulundukları ortamda saygı duruşuna geçtiler. O gün genel kurul açıldığında da bir çoğu saygı duruşundan bulundu. Bugün Atatürk adını duyunca gözleri yaşardı bir çoğunun, o günde yaşarıyordu.

Ama 7 Kasım 2016 günü bu delegelerin çok büyük bir bölümü erdeme el kaldırmadılar, bu yemine bağlı kalmadılar.

Ne yaptılar?

Oğlunu federasyonun kaynağıyla görevli olarak yurt dışına gönderip, sonra tüm satranççıların annesiyim diyen bir başkanı akladılar! Çok merak ediyorum Eylem Ekin veya Ece Ekim için böyle bir şey yapsaydım, nasıl onlara iyi bir insan olmaları yolunda öğüt verebilir, nasıl gözlerine bakabilirdim. Ama 7 Kasım 2016 günü bu oldu…

Alt yapıyı yok edip, sportif olarak satrancı tarumar eden; kadın satrancını yok eden; sporculara verilen ödülleri kısan; alt yapıda sporcu kaynağının üzerine kibrit suyu döken; yönetim giderleri alt yapı giderlerinden fazla olan; Olimpiyat altıncısı olan ulusal takımı sosyal güvencesi olmadan çalıştıran; ulusal takım sporcuları için “benim kulübümün, senin kulübünün” diye ayırım yapan; alınmış organizasyonları dedikodular üreterek yok eden; organizasyon almak için başvurup sonra raporunu okumayan, organizasyonu kaybeden; madalyaların çoğunluğunu adı Avrupa Okullar Şampiyonası olan bir turnuvadan kazanıp, kaynakları bu turnuvaya harcayan, ama o madalyaları alan çocuklar gerçek Avrupa Şampiyonasında ilk 50’ye giremeyince bunu açıklayamayan, sonra gerçek Avrupa ve Dünya şampiyonalarında madalya sayısı düşünce “ya neden oldu, Allah Allah” diye hayıflanan; gayri menkulleri işlevli hale getirmek yerine davalar kaybederek federasyonu milyon liradan fazla zarara sokan; sporun temel ilkelerine karşı kulüpçülüğü ateşleyen; hakem atamalarını politik kaygılarla yapan; yeğenini il temsilcisi atayan; selefinin hakkında gerçek dışı mali dedikodular üreten, gerçekler ortaya çıkınca özür dilemeyen; onu başkanlık koltuğuna oturtan kişinin namusuna asılsız ve çirkin iddialarla dedikodular üreten ve bu söylendiğinde genel kurulda reddetmeyen, zımmen kabul eden; yurt dışında ülkemizi iki tercümanla katıldığı toplantılarda temsil edemeyen; FIDE başkanını ben aldırdım diye haber yaptıran, ama başkanının görev devrine karşı oylamanın ne olduğunu anlamadığı için başkan dahil tüm FIDE yönetim kurulunun onayladığı kararda tek çekimser oyu kullanan, ama sonra ülkeye dönüp “nasıl yaptırdım ama”, “Rusya ve Ermenistan ısrar etti ama ben bastırdım” diye devletini, halkını, hükümetini, medyayı, camiasını gerçek dışı beyanlarla  aldatan; satrancı sokağa çıkarttık deyip federasyondan çıkartan; tesis açması gerekirken kapatan; lisanslı sporcu sayısını artırdık diyerek, on binlerce çocuğu ailelerin ve kendilerinin haberi ya da rızası olmadan lisanslı sporcu olarak kaydeden; hakem, antrenör ve görevli atamalarında nepotizmi devreye sokup liyakati yok eden; katılanların kopya çektiği iddia edilen bir kurs için soruşturma açmayan, iddia sahibi Yakup Bayramı bertaraf eden; satranç tarihimizde çok tartışılacak kadar kötü hakemlik yönetimini gösteren kişileri olimpiyat hakemliği ile ödüllendiren; takım ve saat alımlarında ihaleleri şaibeli yapan ya da yapmayan; federasyonun satranç takımı kalıplarını özel şirketlere vererek başka kurum ve kuruluşlara takım basılmasına izin veren, bunu ihalesiz yapan; halkla ilişkilere ayırdığı parayla federasyonun başarısız ve çirkinleşmiş yüzünü estetik operasyon ile güzel göstermeye çalışan; il temsilcilerinin çocuklarını hakem ve antrenör olarak atayan; dünya çapındaki antrenörlerimizi kovup, 7 yaşındaki sporcularımızın yenebileceği acemi satranççıları milli takım antrenörü yapan; demokrasiyi federasyon genel kurulunda yok denecek düzeye indiren; kendisine oy vereceklere güzel vermeyecek kişilere haşin davranan; Tahkim Kurulu kararlarını uygulamayan ve Anayasaya aykırı davranan; federasyonun en temel görevi olan uluslararası yarışmalarda ülkemizi temsil etmek görevini ihmal eden; Dünya ve Avrupa şampiyonalarına sporcu yollamayan; kadın ve genç kadın sporcularımızı hiç yollamayan; “kadınlar gelsin beş günde antrenör olsun” diyerek hemcinslerine ayırımcılık yaparak kadınımızı aşağılayan; hukuka aykırı bir genel kurul sürecini kendi lehinde işleten; aleyhinde konuşmak isteyenleri tehditle susturan; kulüp başkanlarına bertaraf olmakla göz dağı veren; demokrasinin tecelli etmesini mührünü kullanarak engelleyen; hakem kurasını kimseye haber vermeden çektiren; kur’adan çıkan hakemden ibra lehinde kendilerine methiyeler düzülen; eksiltme kurasını gizli gizli çektiren, kendisi kulüpleri arayıp oy isterken, “rakibinin hangi kulüplerin kaç delegesi olduğunu” bilmesini engelleyen bir kişiyi ve onun yanındaki yönetimi ibra ettiler. Bu uzun cümle daha da uzayabilirdi. Yukarıda iddia ettiğim şeylerden bir tanesi bile bana göre dört yıl Türk Satrancını dibe vurduran kişiyi ibra etmemek için yeterliydi. Ben bu kişiyi dört yıl önce aday gösterdiğim ve desteklediğim için utanıyorum. Sanırım 7 Kasım 2016 günü delegelerin büyük bir kısmı farklı düşünüyordu.

Bir başka spor federasyonunda bir başka başkan olsaydı, bu kadar mali ve şaibeli konum varken Spor Genel Müdürlüğü tarafından hemen görevinden alınır hakkında soruşturma açılırdı. Gün gelir nedenini öğreniriz. Ama, ülke genelinde FETÖ soruşturmasıyla 100.000 kişinin göz altına alındığı, tutuklandığı veya açığa alındığı, OHAL sürecinde olan ve faşist bir darbe girişimini ulusunun erdemiyle atlattığı bir cumhuriyetin federasyonunda, FETÖ üyesi imamları ben söyleyene kadar yanından ayırmayan, ECU, FIDE ve TSF komisyonlarında tutan bir başkanın ne yapıp da bu görevde kalabildiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Bu kadar ihlal varken. Bunları hukuki konular olarak adalete bırakmak lazım, ama özellikle mali konularda ve Anayasaya uymadığı durumlarda neden görevde kaldığını anlamakta zorluk çekiyorum.

Kimileri için bu kadar kötü yöneten birisinin “iletişim” yeteneği dediği şey bence olumsuz politika yeteneği. Benim midemi bulandırıyor. Kimi, “biz yanındakileri beğenmiyoruz, ama kendisi çok nazik” diyor. Nazik? Ali-nazik mi?

Şimdi dönelim genel kurula… Bir çok delegenin baskı altında demokratik iradesini ifa ettiğini biliyoruz. Bunları daha sonraki yazılarımda tek tek açacağım.

Ama bugüne dönelim…

10 Kasım 2016 gününe….

O genel kurula katılan 150’den fazla delegeyle oturup sohbet etsek, bir çoğu, Atatürk devrim ve ilkelerine, hukuka, erdemli olmaya, dürüstlüğe, sportmen olmaya yönelik mangalda kül bırakmaz. “Keşke yaşasaydı, ülkemiz çok daha iyi bir yerde olurdu” diyeceklerdir. Tek bir örnek vereyim: İlk tanıştığım günden, 5 Kasım 2012’ye kadar birlikte olduğumuz dönemde asla bu hususlarda bilerek bir hata yapmadığım, yaptığını ya da yanlışını görmediğim Halil Hilmi Darı gibi çocuklara bu erdemli davranışları anlatan kıymetli bir öğretmenin bu genel kurulda delegeleri “konuşmayacaksın” diye tehdit etmesini nasıl erdemli olmakla açıklayabiliriz.

Otursak şimdi konuşsak kendisiyle, bu ülkedeki bir çok yanlış konusunda aynı fikirde oluruz. Eeee, ama sen kendi evinin önünü temizlemezsen nasıl her yer çöplük olmaktan kurtulur? Vicdanın rahat mı dostum? Değer miydi satranç camiasının asla takdir etmediği bir federasyondaki yönetim kurulu üyeliği için bunlardan ödün vermeye? Sen seçtin, senin kararın!

Yani genel kuruldaki delegelerin büyük bir kısmı için bu durum geçerliydi, gerekçeler farklıydı.

İş; erdemli olmayı Mersin’de bir ilçe zanneden ve federasyonu yönettiğini sanan kişiyle ilgili karar vermeye gelince, bir kısmı çıkarlarını düşünerek, bir kısmı çemberin içinde yer almaktan dolayı mutlu olduğu için, çoğunluğu “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek, bir kısmı yaşamları boyunca “looser-kaybeden” oldukları için “neye niyet neye kısmet” diyerek, bir kısmı “bu başkan sayesinde bit pazarına nur yağdığı” için, bazıları satrançla hiç bir ilgileri olmadan karı-koca birlikte arkadaş desteği için, bazıları kendilerine daha iyi bir konum elde etmek için destek verdiler.

Erdem yok oldu! Tek başıma değildim. Arkamda bana 12 yıl inanıp destek veren güzide satranç camiası vardı. Gelen mesajları okuyorum, bana güç veriyor.

Ödünç aldığım bu canı her koşulda bir gün vereceğim. Ama andıma bağlı kalarak, erdemli olmaktan ödün vermeden!

Yüce önderimizi bugün anarken, benim vicdanım rahat! İçtiğim anda bağlıyım hala…

Ya birilerinin?

Share Button